Bugün 14 Mart Tıp Bayramı. Kutlu olsun. İnsancıl bir yaşam için mücadele eden tüm hekimlerin, sağlık çalışanlarının bayramını içtenlikle, yürekten, sevgilerimle kutluyorum. Bu yazı da emeklerine bir teşekkür, pandemi dönemindeki duyarsızlığın önüne geçebilmek umuduyla bir katkı olabilmesi dileğiyle klavyenin tuşlarından ekrana dökülüverdi. Zihnin işleyişine insancıl alan açma çabası etrafında toplaşabilen keyifli okumaların perçinlenmesi umuduyla…
Malumunuz üzere insanlarının zihinlerinin nasıl örgütlendiğini dert edinenlerdenim. Filozoflar, önceleri doğaya bakarak yaşadıkları evrenin işleyişindeki bütünlüğü görmeyi denemiş. Takip edebildiğim kadarı ile çalışmaları derinleştikçe, düşün tarihi süresince çabaları zihnin işleyişini kavrama çabasına doğru evrilmiş. Bilgi biriktikçe de çeşitlenmiş. Zihne aldıklarını kavrayabildikleri ölçüde ve becerebildikleri kadarı ile söze dökmeyi denemişler. Pandemi / Salgın döneminde bu çabanın ne kadar değerli olduğu fikrimce daha da görünür kılındı. İnsanın yaşamını tehdit eden, hızla yayılan, ilk günlerde hakkında çok az şey bilinen bir virüs karşısında alınacak önlemler bu kadar net ve açık iken, insanın gösterdiği tepkilerin bunca kendine zarar verebilecek biçimde ortaya çıkışı pek çoklarımızı şaşırttı. Üzerine düşünmeye, anlamaya çalıştık.
Birazdan sözcüklere dökülecek olanlar, biriktirebildiğim bilginin yardımı ile durumu kavrama çabasının hâlâ devinimini sürdüren bir kesitinden kendimce elde ettiğim sonuçlar olacak.
Virüsün yayılımının hızlandığı ilk günlerde basından takip edebildiğimiz kadarı ile Çin’de sorumlu bir hekimin uyarılarda bulunduğu, ancak göz ardı edildiği yönündeydi. Kendisi de sonradan yaşamını yitirdi ve olayın vahameti anlaşıldığında özür dilendi, kahraman ilan edildi. Kısaca farklı nedenlerle zihin önceleri virüsün varlığını ve yapabileceklerini reddetti ya da göz ardı etti, önemsemedi. Belki de daha öncelikli konular vardı çözümlemesi gerektiği veya komplocu zihinsel örgütlenmenin etkisi ile dumura uğratılmıştı. Bunun kavranabilmesi konusunda çabaların süreceğine eminim.
Maske, mesafe, temizlik ve tam kapanmanın ardından etkili filyasyon çalışması ile vakaların tespitinin ardından izolasyonu gerekiyordu. Hızla hareket edilmesi, tedbir alınması durumunda virüsün yayılımı engellenebilir ve pandemiye dönüşmesinin önüne geçilebilirdi. Felsefi pencereden durumu ele alırsak, o zaman da şunları söyleyebiliriz: dayanışma, paylaşma, birbirini düşünerek (kendini korurken aslında diğerini de gözettiğinin ayrımına varmaktan söz ediyorum) tehdidi kolayca uzaklaştırabileceğinin farkında ancak bilincinde olamayan zihnin hezeyanları süreci hepimiz, her birimiz, herkes için zorlaştırdı. Ez cümle, tehdit belli, alınacak önlemler yalın ve bu denli açıkken bunca yanılgının bedeli çok ağır oldu. Neler oldu kısaca anımsayalım.
Aslında tek bir sözcük ile özetlenebilirse tam bir kaos yaşandı diyebiliriz. Dayanaksız, bilimsel düşünüşten uzak açıklamalar yapıldı, hem de yetkin olduğu düşünülen ağızlardan. Durumun ağırlığını birebir yaşayan sağlık çalışanlarının tüm uyarıları göz ardı edildi. Hurafeler, komplo teorileri havada uçuştu. Bu arada da virüse yayılımı için alan açılarak mutasyon geçirebilmesine neden olundu. Maske savaşlarını anımsayalım. Devletleri yönetenler tam bir panik havasında idi, insanı mı (yaşamı) ekonomiyi mi önceleyecekleri konusunda bir türlü karar veremediler. Kimi, “Ellerinizi yıkayın işte!” deyip kestirip attı basın toplantısını, kimi maske temini için korsanların usulü ile gemilere el koymayı denedi, kimi de varlığını bile reddetti, hakkında konuşmayı yasakladı. Bu arada yurttaşların durumu da içler acısıydı. Marketler boşaltıldı, tuvalet kâğıdına hücum edildi, neden olduğu henüz anlaşılmış değil. Makarna üreticileri açıklama yapmak durumunda kaldı, “Korkmayın, uzun süre yetecek kadar makarna stoklarımız mevcut.”. Market çalışanları gece yarılarına dek evlere gıda ile temizlik ürünleri taşıdılar, sanki onlara virüs bulaşmıyormuş, bulaştırmıyorlarmış gibi. Uzun süreler çalıştırıldı işçi sınıfı, hatta kimileri fabrikalara kilitlendi, oralarda yaşamaya zorlandı. Zihin, şu basit ilkeyi bir türlü içselleştiremedi, “Kendini korurken aslında bir başkasını da dert edinip koruyorsun, yaşamını buna göre düzenleyebilirsen, kısa sürede yaşadığın bu sorundan kurtulacaksın. Birlikte hareket etmeli, diğerini de gözeterek yaşayabilmeyi öğrenmelisin.” Olmadı, olamadı. Nedenleri malum. Kısaca, “giderek faşizm ile dirsek temasını arttıran, belki de onu çoktan bünyesine katmış olan neoliberal üretim / yaşam düzeneği aklın işleyişini dumura uğratmıştı” diyebiliriz. Elbette kitaplarca yazılacak bir konuyu tek cümleye sıkıştırmak haksızlık olur, ancak bu yazının sınırları içinde dilimiz bu kadarına dönüyor, zihnimiz bu kadarına yetebiliyor.
Salgın süresince olabildiğince, yukarıda sözünü ettiğim ilkeyi yaşamıma geçirmeye çalıştığımı söyleyebilirim. Çevremdekilere de dilim döndüğünce anlatabilmek adına çabalarım oldu. Söz konusu fırtına içinde çok sert tepkiler de aldım. Nedenini anlamayı denedim. Çabaladım. Büyükşehirdeki bir markette alışveriş yaparken kasiyerin kendini koruyamadığını gözlemleyince önce sorumlu kişi ile görüştüm ardından aldığım yanıt üzerine (kendileri istemiyor) kasiyer ile görüştüm. Aldığım yanıt karşısında dudağım uçukladı. “Siz kendinizi düşünün, biz kendimizi düşünürüz, onu da bize bırakın.” Benzer yanıtları, benzer akıl yürütmeler sonraki günlerde farklı kesimlerden aldım. Takı telaşına düşmüş, gelinliği ile etrafta salınmayı, eğlencesinden feragat etmeyi düşünmeyen yakınlarımın düğünlerine gitmedim. Nedenini de açıklıkla kendileri ile paylaştım.
Konuyu burada kestirip atmadım elbette. Düşündüm, böyle bir dönemde insan, paylaşma, dayanışma, birbirini gözetme konusunda neden bunca direnç gösteriyor. Nedenleri muhtelif elbette, fikrimce öne çıkan bir tanesini, çok yakın zamanda yeniden zihnime çarptığı için paylaşmak isterim. Gerçekliğini asla bilemeyeceğimiz, çürütülmesi kolay olmayan komplo teorileri, komplocu düşünüş biçimi büyük bir sorun ve virüs gibi hızla yayılabiliyor. Zihnin bu düşünüş biçimini kolaylıkla kabul ediyor olması, üzerine düşünme zahmeti dahi göstermeyişi hüznümü derinleştirdikçe derinleştirdi. Her örnekte hüznüm daha da katmerlendi. Tamamı yayılımını sürdürdüğü için tek tek değinip yayılımına bir de ben katkı sunmak istemem.
Ancak, son yaşadığım örneğe değinmeden geçmek istemiyorum. Zira, beni derinden yaralamasının en büyük nedeni düşünmeyi öğrenebilmek için uzun yıllar emek verdiğini düşündüğüm bir kimseden, üstelik de ihtisasının “insan” üzerine olduğunu bildiğim bir zihinden sözcüklere çok rahatlıkla, ikna etmek güdüsüyle aktarılmış olması. Sözlerine kulaklarımın şahitlik ettiği bu zihne göre bu virüsün, o kadar da abartılacak bir yanı yokmuş, gripten yıl içinde zaten pek çok insanı kaybediyormuşuz. Maskeye falan da gerek yokmuş. Zaten bu Çin’in oyunuymuş. Kim bilir daha bilmediğimiz neler varmış. Bunları anlatmayı deniyormuş ama televizyonlardan onca yanıltıcı bilgi yayılıyormuş ki bir türlü ikna edemiyormuş insanları. Bulunduğumuz mekânda başkaca insanlar da vardı. Bu sözler karşısında kendisini çoğunlukla desteklediler ve katkıda bulundular, efendim, bu virüs ilaç firmalarının oyunuymuş, yeterince kâr edince de sönümlenip gidecekmiş. Sinirden yerimde zıpladım, tansiyonum fırladı. Zihin hakikatten bunca uzaklaşabilmeyi nasıl başarabiliyordu? Diplomalı cehalet kendini bu kadar kolay nasıl kabul ettirebiliyor, toplumda soluk alabilme olanağı bulabiliyordu?
Bu sözleri bir yıldır zaten Bolsonaro’dan, Boris Johnson’dan, Trump’tan ve diğerlerinden kezlerce duymuştum. Oradaki saik belli idi. Avrupa’da faşist guruplar aşı karşıtı, önlemler karşıtı yürüyüşler yaptı. Yukarıda sözünü ettiğim temel ilkenin zihinlere ulaşamaması için egemenin çokça çaba gösteriyor, düzenini korumanın derdiyle insanı / doğayı / canlı-cansız varlıkları, mutlu, eşitlikçi, özgür bir yaşamı öncelemiyor olmasını anlayabilirdim. Ama bunu anlayamıyordum. Yurttaşın kendini böylesi bir çukura mahkûm etmesini anlamakta güçlük çekiyordum. Egemenin kavramlarını, düşünüş metodolojisini nasıl oluyor da bu kadar kolay zihnine alabiliyordu? Kendi ile egemen arasına o gerekli çizgiyi çekip, düşünüşünü, yüzünü insana dönemeyişinin nedeni ne olabilirdi?
Teoride yukarıdaki sorulara pek çok yanıt verildiğini, çoğuna da katıldığımı söyleyebilirim. Ancak yaşamın yakıcı gerçekliği içinde bu yanıtları nereye yerleştirebileceğimi henüz tam olarak bulabilmiş değilim. Üzerine düşünmeyi sürdürüyorum. Okuyucuları da bunu yapmaya, insancıl sesin nereden geldiğine iyice kulak vermeye ve neyi içselleştireceklerini iyice tartmaya davet ediyorum. Sağlıcakla kalın.
Sağlık emekçilerine en derin saygı ve sevgilerimle…
Düşünüşe katkısı olabilir: COVID-19 YAZILARI