Şimdi yaşamak zamanı, daha fazla gecikmeyin!

Yaşamak şakaya gelmez!

Kütüphaneler devirmiş insanlarla tanışıyorum/tanıştım. Ezberden alıntılar yapabiliyor olmalarına hayran kalıyorum. Sohbetleri esnasında cahilliğimden yüzüm kızarıyor(du) çoğu zaman. Düşünce paylaşımı ilerledikçe, söylemlerine hayran kaldıklarımın eylemlilikte nerede durduklarını anlamaya çalışıyor zihnim istemsiz. Bir bütünlük arıyor olsa gerek. Ancak çoğunda bulamıyorum. Hüsranım katmerleniyor.

Düşünmeye başlıyorum, anlamak istiyorum, bunca bilgiyi kendilerine neden hamallık ettiklerini, neden içselleştiremediklerini. Sonra şiiri kötü emellerine alet edenler geliyor aklıma, o zaman durumun gerçekliğini az da olsa kavrayabiliyorum. Bilgiyi araçsallaştırıyor zihinleri, fayda&maliyet analizleri ile yaklaşıyorlar insanın birikimine. Hem de fütursuzca hiç acımadan, gocunmadan, normalleştirerek. Virüs gibi yayılıyorlar toplumda, zehirlerini saça döke yaşayarak.

İkili yaşamları son ana kadar rahatsız etmiyor mu ki, diye düşünmeden de edemiyor insan. Bu yarılma içinde oluşturdukları yaşam alanında huzurlu soluk alıp vermeler içindeler mi diye düşünmekten de alıkoyamıyorum kendimi. İçimden söyleniyorum, “Ah be canım kardeşim, sen yanlış anlamışsın yaşama uğraşını. Öyle değil o. Beyhude geçiyor ömrün yarıktaki salınımlarla. Bütünlemeden bitecek, gözün açık gideceksin. Yazık sana.”

Şiiri gönül telinde duyumsamadan, öyküdeki emekçiyle birlikte sınıfsız bir toplum hayali kuramadan, yurttaş olmak için mücadele etmeden, yaşadım diyebilmek mümkün değil ki. Şairin de dediği gibi “‘Yaşadım’ diyebilmek için”.

Toplumcu gerçekçiliğin kırıntıları ayakta tutuyor bugün her birimizi. Ucundan kıyısından sebeplenmiş olanlar bilir: “Safları sıklaştırın çocuklar,/bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.“    

Yaşamı omuzlarınıza yük etmeyin derim. Ciddiye alın da, “bir sincap gibi mesela”.

İnsan doğasını çalışıyorum bu aralar. Sıkça düşünüyorum insanı, onun yaşamını. Benden önce düşünmüşlerin yüzyıllar içinden gelen seslerini, kitaplar aracılığıyla duymayı deneyimliyorum. Dert edindim bunu, insanı anlamayı dert edindim. Kendimi anlamaktı yola çıkış gayem, anladım ki insanı anlamadan onu da anlamak pek mümkün olamıyor. Karşılıklılık içeriyor bu öğrenme süreci. Yaşam sıkıştırmadan da yolculuğa çıkılamıyor.

Çatışmaları ayrımsamak ve çelişkilerle mücadele etmek ancak gerçekten yaşamaya karar vermekle mümkün olabiliyor. İçine doğduğunuz yaşamı, eleştirel bir düşünüşe tabi tutabilmek için de bilgi ile gerçek bir ilişki kurmak elzem. Başkası mümkün değil. Zihni parçalara ayırmak, insanı mutlu olmaktan uzaklaştırıyor. Mesele parçaları bütünlemeyi deneyimlemek. Zira, kapitalist toplumsal yapı, parçalayarak ayakta kalabiliyor. Orada akıl gerçeğe ihtiyaç duymuyor, yalanların müptelası. Gerçeklik sisli bulutlar ardına mahkûm edilirken, zihin, ara sokaklarda tıpkı labirentteki farenin peynire ulaşma çabası gibi, gerçekten mutluluğu duyumsayamadan yitip gidiyor

Ufka bakma durağından sesleniyorum: Şimdi yaşamak zamanı. Kendinize çekilerek değil, dışarıya açılarak. Dayanışarak, paylaşarak, örgütlenerek, çoğulluklara katışarak. Daha fazla gecikmeyin!

Yorum bırakın