Bir süredir farklı kentlerde yaşama deneyimi içindeyim. Kentlere dair ön gözlem yapabilmek adına çeşitli verileri değerlendiriyorum. Değerlendirmeye dahil ölçütler arasında kira fiyatları da var. Kentin düşünüşüne dair epeyce fikir verdiğini söyleyebilirim. İstanbul’dan uzak olduğum süre boyunca oradaki değişimi takip edebilmek adına da yine kira fiyatlarına bir bakayım dedim. Aklım uçtu. Bu kadarını beklemiyordum.
Güzelim kenti, c’anım İstanbul’u bu yamyamlığa reva görmeye nasıl içiniz elveriyor anlayamıyorum. Kentte hala yaşadığını düşündüğüm iyi insanların tamamı mı terk etti. Kent otoritesi bu konuda ne yapıyor, yurttaşlar nasıl içlerine sindiriyor bu durumu, anlamakta güçlük çekiyorum.
Öğrencilerin barınma konusunda yaşadığı çile vesilesi ile kısa bir süre konuşuldu sonra yine sessizliğe bürünüldü. Bu suskunluğun bedeli ağır olacak, bunun görülememesi de zihinsel tahribatın büyüklüğünün bir göstergesi.
Birikimin “emek” üzerinden yapıldığı günlerin geride kaldığını, ifşaatlardan yola çıkarak gözlemleyebiliyordum. Gezdiğim kentlerin köylerinde yapılan lüks evlerin de bunun bir göstergesi olabileceği aklıma gelmişti. Yavaş yavaş tespitimin doğru olabileceğine inanmaya başladım.
Çalışarak kazanılabilecek paralar talep edilmiyor olması, paranın kaynağının ne olduğunun da artık bir öneminin kalmadığını mı söylüyor bize. Herkes mi ilkeleri terk etmeye bu kadar meyilliymiş, anlayan beri gelsin. Kentin merkezindeki ilçelerde yaşanabilir konutlar için talep edilen kiraları ben başka türlü açıklayamıyorum.
Bir süredir akademik dünyada yeni bir kavram dillendirilmeye başlandı: “Yeni feodalite”. Bu sınıfın birikimi toprak ve köle emeği üzerinden değil elbet. Bu sınıfın sermaye birikiminin kaynağının piyasa ilişkileri olmadığı söyleniyor. Tıpkı “prekarya” kavramı gibi bu yeni kavrama da oldukça mesafeliyim.
Ancak birikimin kaynağının ne olduğu ile yakından ilgilendiğimi söylemeden edemeyeceğim. Birincil kaynağın, “emek” olmadığı yönünde ciddi göstergeler çarpıyor gözüme. Bu, insanlık için felaketle sonuçlanacak bir yol. Çürümenin, insanlıktan fersah fersah uzaklaşmanın da birincil nedeni.
Kavramlar ile oynamak yerine kötülüğü besleyen kaynakları kurutmak her dünya yurttaşının birincil ödevi diye düşünüyorum. Günlük kişisel çıkarları kovalamanın artık kısa ya da uzun vadede insan için bir getirisi olmayacak. Araçsal, pragmatik, faydacı aklın son geldiği noktanın açıldığı kapı faşizmdir. Bu da insanın düşünme ediminden vazgeçmesi anlamına gelir. İşte felaket de burada başlar.
Bilgi ve gözlemlerimdeki eksik noktalarla benim görebildiğim, anlayabildiğim, dile getirebildiğim bu minvalde.
Ez cümle, bir odaya 4 bin lira kira istenmez. Tüm denetim mekanizması ortadan kalmış ve istenebiliyorsa orada çok büyük sorun vardır. Barınma hakkı, tıpkı eğitim, sağlık, beslenme gibi temel ihtiyaçtır ve anayasa ile korunma altına alınmış olması gerekir. Öyle değilse, barbarlık devrinin kapıları açılmış demektir.
Başta İstanbulluların sonra tüm yurttaşların düşünüşüne sunulur.
Sevgilerimle…