İnsanı merkeze koymak, insanı kutsallaştırmak değildir: Sanrılarınız gerçekliği imlemiyor

Foto Kaynak: Rutgers School of Arts and Sciences

Bir süredir düşünme eyleminin, yaşama eyleminin merkezine insanı koymayı olumsuzlayan görüşe karşı nasıl bir sav öne sürebileceğim üzerine kafa yoruyorum. Sabah sporu esnasında bu konuyu ele alabileceğim bir yol açıldı zihnimde, bu yazı da böylelikle söze dökülüyor.

İçinde yaşadığımız ekonomi politik, eşyayı/metayı, sermaye birikimini merkezine alarak yol alıyor. Toplumsal düzeni de bu eksende şekillendiriyor. Marx’tan güç alarak kabaca böyle bir giriş yapılabiliriz. Yarattığı yıkıma, hala düşünebilen zihinler şahitlik ediyor ve dil döndüğü ölçüde de diğer zihinlere gerçeği ulaştırmaya çabalıyor.

Anlamlandıramadığım bir yaygınlıkla insanı merkeze alan düşünüşü olumsuzlayan sav, böyle yapılırsa doğanın, diğer canlıların, cansızların dışarıda bırakılacağını öne sürüyor. Oysa tüm açıklığı ile görülüyor ki yaşanan yıkımın yegâne sorumlusu insan. Diğer canlılar/cansızlar yaşamın olağan akışını bozacak müdahalelerde bulunmuyor/bulunamıyorlar, bu doğalarında yok. Yıkım, diğer canlı/cansızların yaratabileceği bir sonuç değil. Sadece insan, yapıp etmeleri, aklının antinomileri, hezeyanları /sanrıları nedeniyle yaşamın yıkımına neden olabilecek sonuçları doğurabilecek eylemlerde bulunabiliyor. Kısaca akışa dahil olmak, onunla uyumlu devinimler geliştirmek yerine, ona hükmetme derdine düşeli beri kendinden epeyce uzaklaştı. Tam da bu nedenle merkeze insanı koyabilmek, insanı yeniden insancıllığı ile buluşturabilmek ivedilikle çözülmesi gereken bir sorun. Bu olabilirse evrendeki tüm canlı/cansız varlıklar rahat bir nefes alabilecek, sosyalist/komünist yaşamı, insancıl yaşamı kurabilmek mümkün olabilecek. Eşya fetişizmi, sermaye birikimi çılgınlığında ısrar edilirse, bugüne kadar olanlar kanıtıdır ki canlı/cansız yaşamın sonunu insan getirecek. Öncesinde de uzun bir barbarlık dönemi yaşanacağı da ayan beyan ortada.

Düşünceyi örgütlemek, örgütlerken izlenen yol sonrasında kurulacak yeni yaşamın da izlerini taşır. Öyleyse karşıtları doğru tanımlayabilmek önemli. Eşyayı, meta birikimini, sermayenin genişlemesini ön gören aklın yarattığı kapitalist, emperyalist yaşama düzeneği ve kullanışlı bir aparatı olan faşist düzenek,-ki insanlığın bitip mekanik bir işleyişin hakim olduğu sistemi, zihinsel hareketin durması, sabitlenmesini imler- masaldaki, her şeyi altına dönüştürmeye çalışan adam gibi tüm canlı/cansız varlıkları sermayeye katıp etkinlik alanını genişletme çabası ile insanlığın sonuna getirmeye aday. Karşısına yerleştirebileceğimiz ise, insanlığın tarihin bir döneminde deneyimlediği ancak yaygınlaştıramadığı paylaşımcı, eşitlikçi, özgürlükçü, merkeze insanı yerleştiren sosyalist/komünist yaşamsal örgütlenmeden başkası olamaz.

Aklın antinomilerini dürtükleyerek, insanın insancıl doğasını parçalayarak, onu bütünle ahenkle devinmekten alıkoyarak ilerlemeye çalışan kapitalist akıl, satacak bir şey kalmadığında sınırlarının da sonuna gelecek. Şimdilerde doğaya saldırıyor, bindiği dalı kestiğini ayrımsayamadan yaşamı tehlikeye atıyor. Çözümü de bulmuş, başka gezegenlerde yaşama imkânı yaratabilmek. Şairin de dediği gibi, elbette bu dünya bir gün soğuyacak, Yıldızların arasında bir yıldız, /Hem de en ufacıklarından,/ Mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, /Bu koskocaman dünyamız./Bu dünya soğuyacak günün birinde,/ Hattâ ölü bir bulut / Yahut bir buz yığını gibi de değil,/ Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak/ Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.  

Ama bugün değil. Şimdi değil. Süreyi uzatmak da bizim elimizde. Başka gezegenlerde yaşamı kurabilmek bu açıdan anlaşılabilir ancak bunu yapabilmek için bugün bu gezegeni fütursuzca sömürmek, yıkımına neden olmak anlaşılabilir bir durum değil. Sapla samanı birbirine karıştırmanın alemi de yok.

Derdimi/savımı bir kuple de olsa anlatabilmiş olmayı ümit ediyorum. Formül çok açık, aklın hareketini sekteye uğratan, onu mekanik bir işleyişe hapsedip, insanı doğadan, kendinden, diğer canlı/cansız varlıklardan koparan, eşyanın tutsağı eden akla karşı, eşitlikçi, özgürlükçü, insancıl yaşamı inşa edebilmek bugün ilk önceliğimiz olmalı. Gerisi boş laftan öte değil. Kapital merkezli faşizmin değirmenine su taşımaya hacet yok.

Zihinsel etkileşime katkısı bakımından, Karl Marx’ın yabancılaşma, meta fetişizmi ile meta kavramlarını zihne alabilme çabası içinde olmak değerli diye düşünüyorum.

Yeniden soluk alabilmek için sosyalizm

Söylemeyi sürdüreceğim. Orman yangınları, kapitalizmin yarattığı iklim krizinin bir sonucudur. Müdahale etmeme iradesi ise yine kapitalizmin ayakta kalmak için sarıldığı katıksız kötülüğün yaşama geçirilmiş biçimidir.

Kapitalizmin taşıyıcısı neoliberal akıl için yolun sonu geldi, tarih sahnesinden çekilmeden önce Neron ruhu ile hareket ediyor.

Kapitalizm sermaye birikimini önceler, birikimin ana koşulu da genişlemektir. Kimi zaman savaşlar çıkararak, kimi zaman da uluslar üstü şirketler eliyle alanını genişletme çabası içine girer ve bundan vazgeçemez. Doğasıdır bu. Onu ayakta tutar.

Şimdi öyle bir bataktaki artık doğaya da fütursuzca saldırıyor. Kötülüğün kendisi haline geldi.

İnsanlığın önündeki tek seçenek yaşamı önceleyen sosyalizmdir. Ya sosyalizm ya barbarlık. Ortası yok bunun. Gözünüzü kapatıp geçmesini beklemek artık bir seçenek değil/hiç olmadı. Çünkü geçmeyecek. Kendiliğinden tarih sahnesinden çekilmeyecek.

Örgütlü toplum karşısında kapitalist aklın aparatı faşizm, kuyruğunu kıstırıp tıpış tıpış çekilecektir yaşamlarımızdan. Sonrası iyilik güzellik…

Bu çağ yangınını örgütlü halk söndürecek!    

Foto: Tele1TV

Kısa Not: Yangın söndürme araçlarına yüzde 100 zam gelmiş. Kapitalist aklın bir veçhesi olan araçsal/faydacı aklın işleyişi böyledir. Acıyı da sermayeye eklemenin bir yolunu mutlaka bulur.

Çekirdek çitleyerek neyi bekliyoruz

Geniş kesimler, sosyalizme ikna olabilmek için daha ne kadar sürdürecek acaba kirli çamaşırların ifşasını çekirdek çitleyerek izlemeyi.

Benim iddiam şu yönde: Çoğunluk, erdemli, ilkeli yaşamayı çoktan unuttuğundan, yani küçük ya da büyük ölçeklerde, aslında benzer yaşamların içinde olduğundan, tencere dibin kara kıvamında sezon finalini bekliyor. Oysa yaşamın öznesi olabilmek böyle bir şey değil.

Kapitalizmin aparatı, neoliberal akılsal örgütlenme, insanı çürütebilmeyi, ahlaksızlığı geniş kesimlere yayarak becerebiliyor. Havucu da para/pul ve getirisi olduğu söylenen konforlu/”itibarlı” yaşam. Mülkiyet tutkusunun insana yapıp ettiklerini en yakınlarımızda gözlemlemiyor muyuz.

Maruz bırakıldığımız, aklın dumura uğratılarak, insanın en ilksel dürtülerine hitap eden bir yaşama zorunlu kılınmamız. Hayır diyebilirdiniz. Böyle bir seçeneğiniz vardı. Neden “Hayır”, denemediği konusuna kafa yorulursa belki yeni yaşamı buradan kurabilmeye başlayabiliriz.

Sosyalizmin/Komünizmin bunca emeği, insanı özne yapabilmek, aklın dumura uğratılmasını, diyalektik işleyişinin çarpıtılmasını, donuk, dogmatik, fasit bir daireye hapsedilmesini önlemek içindi. Bu nedenle de her çağda öcü ilan edildi. Gerçek ancak böyle perdelenebilir idi.

İnsancıl yaşamı kurabilmek mümkün. İnsanlık tarihinin, düşün tarihinin birikimine kulak vermeniz yeterli. Bir de en önemlisi “Düşünmek” konusunda ısrar/inat edilmesi. İlksel dürtülerin egemenliğinden kurtulmanın başkaca yolu olduğunu sanmıyorum.

Aydınlık, neşeli günlere, sevgiler…

Parrhesia: Doğruyu söylemek

Masumiyeti elinden alındı “İnsan”ın. Düşünce dünyası yalanla, komplo teorileri ile istila edilerek gerçekle ilişki kurması engelleniyor. Bu ayan beyan ortadayken, İnsan, yaşamı yeniden kurabilmek için hakikatin gözünün içine bakabilme cesaretini gösteremiyor. Neden? Neden ama, neden?

İnsan’ın düşüncesiyle karşılıklı oturup söyleşmesine olanak tanımıyor içinde bulunduğumuz çağın işleyişi. Hız hakim olmuş yaşama, zamanı yakalamanın peşinde insan, kaygılı, yüreği ağzında yaşamaya zincirlenmiş. Yalnız kalmaktan, yalnız bırakılmaktan korkuyor. Sürüyü bu denli içselliştirmesi de bundan. Yalnızlığı, içe dönmeyi acılarını kanatmaktan haz almaktan ibaret bellemiş / belletilmiş. Kalabalıklara karışma, kendini unutma çabası bundan. Sürü gibi düşünür, sürü gibi eylerse kabul görüleceğini bildiğinden, ayrıksılığı göze alıp, eleştirel aklı devreye sokamıyor. Zaten bunu yapabilmenin imkânlarından da yoksun. Yalanla, doğruyu ayırt edemiyor. İnsanlar yalan söylesin istiyor kendisine. Kandırılmak hoşuna gidiyor. Yalanı, komployu kolayca zihnine alıp düşünüşüne dahil ederken rahatsızlık hissetmiyor. Hatta eyleme geçiyor, kötüyü çoğaltmayı zekâ pırıltısı olarak gördüğü an’lara da şahitlik etmiyor değilim. Tüylerim ürperiyor.  Peki ama, bu neden böyle? Neden ama, neden?

Bir süredir internette dolaşan bir fotoğraf var. Sandalyeye oturmuş bacak bacak üstüne atmış bir adamın fotoğrafı. Dünyada viral olduğu söyleniyor. Popülizmle güdükleştirilmiş akla ancak böyle ulaşılabileceği düşünülüyor. Marx’ın, Che’nin, tişört baskısına indirgenmesine eş bir duyumsayış yaratıyor zihnimde. Anti-komünist propaganda, özgürlüklerin kısıtlanması dayanağı ile öyle etkin yürütüldü ki, maketten ev beğenerek, sittin sene faizle borçlandırılan İnsan, özgürlüğü bu sınırlar içinde tanımlar oldu. Araba satışı için kullanılan reklamlarda “kendini bul” deniyor insanlara mesela. Bu arabayı alırsan kendini bulabileceksin mesajı, fütursuzca yalan söylenerek kitle iletişim araçlarından her gün servis ediliyor. Özgürlük, sınırsızca alışveriş yapabilme, maketten ev seçerek yaşamını ipotek ettirmek, yalanlarla örülü sentetik bir dünyada hareket edebilmekten ibaret. Ötesini düşünebilmek için ne zamanı var İnsan’ın, ne de içine mahkum edildiği pragmatik yaşayış düzeneğinden yakasını kurtarabilecek akılsal örgütlenme kaynaklarına yakın durabilmesi, zihnini bu kaynaklarla besleyebilmesine izin veriliyor.

Kapitalizmin eleştirisi olarak kaleme alınan Kapital’i okuyamıyor mesela. Kapital basılıyor, orada bir sorun yok. Geniş kitlelerin zihinlerinin oraya doğru yönelmesinin ayak oyunlarıyla nasıl engellendiğini anlatmayı deniyorum. Benim gençliğimde sol cenaha getirilen en yaygın eleştirilerden biri kapitalizmin karşısında onu eleştirmekten öteye gidemediği idi. Buna ikna edilen akıl, öyle günlük yaşayan akıl da değildi. Nice profesörlerin, entellerin ağzına pelesenk edilmişti bu cümle, “Ama sol da yeni bir ekonomik işleyiş vaat etmiyor, bak Sovyetler’e, insanlar baskı altında yaşıyor, özgürlüklerinden mahkum.” Oysa “critique (eleştiri)” kavramı Kant’tan Marx’a gelinceye kadar sürdürdüğü yolculukta, “Kapital”in, “Meta” nın karşısına “İnsan”ı, “Doğa”yı, “Yaşam”ı, “Canlılık” ı koyabilmiştir. Öyle koymuştur ki, böylesi bir zihinsel örgütlenme ile markete, pazara, çıkan İnsan, aldığı her metanın içindeki kristaleşmiş emeği görür. O emeğin artık değer eliyle nasıl sermayeye aktarıldığını, bu durumun nasıl eşitsiz yaşamın inşasına, sınıflara mahkum edilmiş yaşam düzeneğine ve bunun normalleştirilmesine olanak tanıdığını bilebilir. Karl Marx, bu işleyişin bilimsel / felsefi arka planını oluşturmaya adadı tüm yaşamını. Kısacası, yalanla gerçeği çarpıtan akıl, yaşamın geniş kesimlerine kendini ancak böyle kabul ettirebileceğini bilir. Popülizmin kanatları altına da tam da bu nedenle sığınır. Aklı güdükleştirme pahasına yapar bunu. Hem de bilerek ve isteyerek. O nedenle suçu büyüktür. Affedilemez.

Sol, kapitalist işleyişin karşısına paylaşımcı, dayanışmacı, mülkiyetten azade bir ekonomik işleyiş koyar. Bunu mevcudu eleştirerek yapar. Aklın diyalektik işleyişi bunu gerektirir. Diyalektik, harekete içkin olduğundan, eleştiri sonsuza kadar sürer. Aklı, yanılgılarının çukurlarına düşmekten de böylece korur. Güdükleşmesini, tutsak edilmesini böylelikle engeller. Sav’ı Hegel’in kavramlarından biriyle desteklemek istersek, her momentte soluklanıp, yapıp ettiklerini eleştiri eliyle, gerçek karşısında dara durarak gözden geçirebilir. Kendine, sözü edilmeye çalışılan bu özgürlüğü tanıyabilen akıl, zihin dünyasını talana açmaz. Popülizmin tuzaklarını açık seçik görebilir. İnsan, böylelikle dogmadan uzaklaşıp kendini bilimin /gerçeğin / hakikatin alanına taşıyabilir. Durağan, statik, sınırları başka akıllarca belirlenmiş alanların tahakkümünden böylelikle kurtulabilir.       

Sandalyedeki adama geri dönersek. Etkin anti-komünist propagandanın tahakkümündeki zihinlere, Marx’ın vaat ettiği dünya, tahakkümcü, baskıcı, ütopik gelir. Üretim araçlarının mülkiyetinin kimde olduğu sorusunun yanıtının önemi üzerine düşünemez haldedir. Meta’da kristalleşmiş emek / zaman ne ifade eder anlayamaz. Eğitim, sağlık, barınma temel insanlık hakkıdır dendiğinde konduramaz, tembelliği besleyen unsurlar olarak görür. Herkese yaşama ücreti dendiğinde, “ama çalışmadan neden para verilsin insanlara” diye düşünür. İnsan olmayı, eşit olmayı konduramaz kendine. Yaratılan toplumsal ortak değerden habersizdir. Bütünden koparılmış, parçalı düşünmenin kısır döngüsüne hapsedilmiştir. Ağacı görür, ormanı göremez. Ağacı da yamuk görür. Şimdi bu İnsan’ı ortaklaşmacı, paylaşımcı, mülkiyetten azade bir yaşamın gerçek / mümkün olabileceğine, bunun özgürlüklerinin kısıtlanması anlamına gelmediğine, özgürlük kavramının hakikati ile nasıl buluşturacaksın? Popülizmin araçlarını kullanarak mı, “parrhesia” yaparak mı?  

O sandalyede oturan adam, Bernie Sanders, Amerika’da sosyalizmi temsil eden politik hareketin öne çıkabilmiş isimlerinden biri. Kapitalizmin, şimdilerde daha çok neo-faşizmin anayurduna dönüşmüş Amerika’da insanları sosyalizme / komünizme ikna edebilmek ancak popülist atraksiyonlara girerek yapılmaya çalışılıyor. İnternette Amerikalıların Sanders’a dair korkularını dile getirdikleri paylaşımları / tartışmaları takip etmeye çalışıyorum. Sanders yanlıları dile getirilen bu korkulara karşılık Bernie’yi, “ama o kadar da Marksist değil, zaten Marx’ın kendisi de Marksist değildi” diyerek savunmayı tercih ediyorlar. Sözü edilen fotoğrafın viral olması da böylesi bir popülizmin vücut bulmuş hali. Popülist, neo-faşist, liberal, kapitalist vs., kısaca aklın yanılgıya düşmüş bu türleri karşısında net, gerçekçi, açık-seçik, yalın, olduğu gibi olanı ortaya koyabilmek bugün başka her şeyden daha değerli. Dürüstlük, bugün enternasyonalizme açılan yegâne kapı. Başkacası mümkün değil. İnsancıl yaşam, tüm dünyada sosyalizmin / komünizmin gerçekleşmesi ile mümkün olabilir. Karşısında duran bir seçenek bile değil: Faşizm. Hem de bu yeni haliyle düşünebilme / sevebilme yetisini de insanın elinden almaya niyetlenmiş, mekanik bir işleyişe mahkûm edilecek olan bir dünya hayali kuruyor. Özgürlük mü dediniz!

Kavganın fotoğrafı iyice netleşti: Dünyanın bütün düşünebilenleri birleşin

Amerika’daki seçim sonuçlarını tanımayan Trump destekçileri, liderlerinin de yönlendirmesi ile seçimde galip gelen yeni başkan Biden’ın Amerika’nın başkanı olacağının açıklanacağı gün olan 6 Ocak 2021’de kongre binasını bastı.

Yaşadığımız yüzyılın ayırıcı özelliği tarihe şu cümlelerle geçecek diye düşünenlerdenim: Düşünebilmenin önüne konan tüm engellere rağmen aklını kullanmak konusunda ısrar edenler ile aklın yanılgılarına teslim olanlar arasındaki hüzün verici ayrımın belirginleştiği bir çağ. Egemen, hükümranlığını sürdürebilmek adına insanı insan yapan en temel özelliğe saldırıyor. Düşünebilme yetisini elinden alabilmek adına manüplatif / yalan / gerçekliğin çarpıtılması gibi çeşitli yöntemler kullanarak insanı devre dışı bırakmayı deniyor. Bu yazı için paylaşmayı tercih ettiğim fotoğraf bunu net olarak gösteriyor diye düşünüyorum. Dünyanın farklı ülkelerinde benzer karelere rastlayacağımız konusunda da kuşkum yok.

Kapitalizm, sadece sömürüyü küreselleştirip, talan ekonomisini hakim kılarak parayı daha rahat dolaşır kılmadı, fetişizm /id’in kışkırtılması /…  eliyle aklı dumura uğratarak kitleleri aptallaştırdı. İnsanın düşünebilmesinin en önemli araçları olan kavramlarının içini boşaltmayı becererek “yeni” anlamları ile sorgulamasının /eleştirel düşünüşünün de önünü tıkadı. Kitleler her geçen gün faşizmin kollarına doğru itiliyor. İnsan, İkinci Paylaşım Savaşı esnasında bunun yapılabildiğini deneyimlemişti. Şimdi, aynı çukura, bu kez daha yaygın / kitlesel olarak düşüyor, üstelik de herkesin gözleri önünde, ayan beyan, açık seçik.

İngiltere’deki seçimleri izlerken sosyalist adayın söylemlerine (ücretsiz eğitim, ücretsiz internet, sağlık hizmetlerinin kamu yararına düzenlenmesi, konut sorununun yoksullar lehine çözülmesi…) İngiliz halkının verdiği yanıta şahitlik edince, “Eyvah!” demiştim. “Bu denli dumura uğratılabildi mi zihin, bu kadarına da cüret edebildiler mi.” İşçi sınıfının hakim olduğu, seçmenin yıllardır İşçi Partisi’ne oy verdiği bilinen bölgelerde bile seçim kaybedilmişti. TV spikerleri halka mikrofon uzattıklarında hatırı sayılır bir sayısının sosyalist adayla ilgili olarak, “tipini beğenmediği, gözlüklerini beğenmediği, güven vermediği…” gibi gerekçeleri olduğunu kulaklarımla işitmiştim. Sosyal medya aracılığıyla, manüplatif / yalan ağırlıklı / komplo teorileri ile bezeli, aklı dumura uğratacak bir saldırının olduğundan da haberdardım. Yöntemlerini uzmanları daha ayrıntılı değerlendirmişlerdir. Çıplak gözle bunları görebilmiştim. Ayan beyan ortadaydı. İngiliz İşçi Sınıfı kendi kavramlarından nasıl bu kadar uzaklaşabilmişti. Elbette Tony Blair ile gelen aşınmayı biliyordum, ancak yine de bu durumu, tam olarak, benim için açıklayamıyordu. Muhakeme yetisinin bunca yitirilmesi durumuna karşılık düşünebilenler önlemini alacak bir yolu nasıl açamamışlardı? Bu kriz, başkaca aşılabilir miydi? Antinomiler içinde acıyla kıvranan insana el uzatabilecek başkaca bir düşünüşü nasıl oluyor da ortaya koyamıyordu insanlık?   

Gerçekten bir yol ayrımındayız. Ya hep beraber aklın yanılgılarına teslim olmuş yığınların boğucu vahşiliğine katlanarak yaşamlarımızı sürdüreceğiz, ya da kitlelerin yeniden düşünebilmesine olanak tanıyacak bir yolu açabilmek için, paylaşma / dayanışma / örgütlenme / kendini diğeri ile birlikte, ona rağmen değil var edebilmenin önündeki engelleri kaldırarak tarihi / kayayı iteklemeyi sürdüreceğiz.

Kapitalist üretim biçimi insanı metaya boğdu. Bazılarımız için refah yarattı. Kitlece sayısı daha fazla olan diğer başkalarımızı yoksulluğun pençesine itmek pahasına yaptı bunu. Ancak daha da yakıcı olan bir gerçek var ki, insanlığın tümünü yoksunlaştırdı. İnsanı kaybettik. Anlamı, değeri, insan olmamızın en önemli göstergesini, “düşünebilme yetimizi” elimizden aldı. Diğerinde kendimizle kucaklaşmanın vakti geldi de geçiyor bile. Dünyanın bütün düşünebilenleri safları sıklaştırın, bu kavga neo-faşizme karşı!