Geleceğe umutla bakabilmek nasıl mümkün olur

“Gazeteciler haberi kimin için yapar”: Bu soru, bir süre parçası olduğum basın sektöründeki gözlemlerim üzerine 2004 yılında sorulmuştu. Öncesinde de gerçeği görebilenlerce kezlerce soruldu.

Bugün gelinen noktada “kavramın kendisinin” sektör içindeki hakimiyeti ortadan kalkmış gözüküyor. Pisliğin bunca yayılımına da, öyle anlaşılıyor ki, kendini bu kavram altında tanımlayanlar aracılık etmişler. Daha da açık söylemek gerekirse, kavramın hakikatini araçsallaştırarak bir toplumun çürütülmesine/çürümesine aracılık etmişler. Hem de bilerek ve isteyerek.

Şimdi, kavramın hakikatine dönmesi için daha yüksek perdeden, daha kararlı bir mücadele sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Artık meseleler halının altına süpürülemeyecek kadar ayan beyan ortada.

“Akademi” kavramının hakikatine dönme çabaları bir süredir kararlılıkla sürdürülüyor, en azından Boğaziçi Üniversitesi’nde. Yaygınlaşmasını hala beklemekteyim. Fikrimce, her alanda içleri boşaltılan kavramların hakikatine dönme mücadelesi verilmediği sürece, -ki o hakikat bir günde oluşmadı- geleceğe umutla bakabilmek zor gözüküyor.

İncinsen de incitme

Yönetmen:Stephen Frears,Öykü: Martin Sixsmith

Film izlemek insanın hayat yorgunluğunu alıyor, dünya dertlerini unutturuyor, bir süreliğine de olsa düş dünyasının dehlizlerine saklanmak için iyi bir fırsat gibi. Sinemanın büyüsü de buradan geliyor olsa gerek, en azından bendeki etkisi bakımından böyle… Filmler arasında gezinirken Philomena (Umudun Peşinde)’ye rastladım. 2013 yapımı bir film, başrollerinde Judi Dench ve Steve Coogan oynuyor. Gerçek bir hikâyeden uyarlanmış. Biraz baktım, epeyce yazılıp çizilmiş filme dair. Vizyona girdiği dönem, yaşamımın nasıl kaotik bir anına denk geldiyse, kaçırmışım bu filmi.

Kötülüğe karşı adaletin peşinden koşmayacak mıyız? Cezalandırılmasını istemeyecek miyiz? Peki, ama o adaleti nerede arayacağız?

Judi Dench filmlerini oldum olası sevmişimdir. Iris’teki performansının bendeki etkisini ömrümce saklayacağım. Aslında bu yazı hem filme dair hem de değil. Tam olarak oradaki bir duyguya dair yazmak istedim, bende bıraktığı izi paylaşmak iyi olabilir diye düşündüm. İnsanın insandan uzaklaştığı, yalnızlıkla imtihanımızın epey zorlu bir sürecinde olduğumuz, öfkeyi oksijen niyetine soluduğumuz tarihin bu anında dinginlik iyi gelebilir hepimize.

İnsana dair duygular olan öfke, kin, affetme bu filmde öyle bir ehilleştirilmiş ki, bunun ruhani alana ait değerlerle yapıldığı üzerinde durulabilirse de(filmde Hıristiyanlığa dair unsurlar ağır bastığından bunu söyleyebiliyorum) bende bıraktığı etki uhrevi alandan çok, yine insanlık hallerine ilişkin bir alanda bu dinginliğin yaratılabiliyor olması. Zira affeden de affedilen de ahlaki değerlerini bir inanç türü yardımı ile inşa etmiş kimseler. Sadece din ile açıklayabileceğimiz bir durum olsa ve iyi insanı sadece din yaratabilecek olsa, o zaman Philomena’dan gerçeği saklayan Baş Rahibe’yi nasıl açıklayacağız?

Bu sadece bir affetmek, affetmemek meselesi olarak ele alınabilir mi, durumu insanın insanda kalan hakkı olarak ele alıp çözebilir miyiz ki? Philomena’nın dinginliği ile gazetecinin öfkesinin kesiştiği bir nokta yaratılabilir mi?

İncinsen de incitme. Gerçeğin ortaya çıktığı, filmin kahramanlarının hikâyenin başladığı mekana geri döndüklerinde yaşananlar, tam da bunu söylüyor bize. İşte bendeki karmaşa da tam o sahnede başlıyor. “Seni affediyorum” repliği Philomena’nın, yani yaşamı cehenneme çevrilmiş olan kahramanımızın, diğer replik ise “Ama ben affetmiyorum”, bu da olan bitenin ortaya çıkmasında onun yanında olan, dini inancı olmayan, gerçeğin peşindeki gazetecinin. İşte bu iki replik arasında kalan insanın ızdırabına yürek dayanmıyor. Kötülüğe karşı adaletin peşinden koşmayacak mıyız? Cezalandırılmasını istemeyecek miyiz? Peki, ama o adaleti nerede arayacağız? Bu sadece bir affetmek, affetmemek meselesi olarak ele alınabilir mi, durumu insanın insanda kalan hakkı olarak ele alıp çözebilir miyiz ki? Philomena’nın dinginliği ile gazetecinin öfkesinin kesiştiği bir nokta yaratılabilir mi?

Tüm bu sorular birbiri ardına sıralanırken iç sesim daha da yüksek bir desibelden bağırışını sürdürüyor. İncinsen de incitme. Bana duyurmak istediği bir şeyler olsa gerek, anlamak için bilincin daha da derin dehlizlerine inmek kaçınılmaz oldu. Bu yeni bir yolculuğun başlangıcı olsa gerek…

19.09.2014-RadikalBlog.   

Umudun Peşinde / Philomena 

Gazeteciler haberi kimin için yapar

Bir kimlik değildir ki gazetecilik. Egoların tatmin edildiği, kurduğun ilişkilerle insan yerine koyulduğun bir sektör değildir ki basın sektörü. Böyle gelmiş böyle gidecek, senin görevin uyum sağlamak diyemediğim için anlamaya çalışıyorum…

“Gazeteciler haberi Bâbıâli için yapar” görüşü medya içinde geniş bir kesim tarafından kabul gören bir düşünce. Basın sektörüne adımını yeni atmış biri olarak, içeride olan biteni anlamaya çalıştığım bu dönemde bu anlayış beni düşündürdü. Düşüncelerimi sizinle de paylaşmak istedim.

Gazeteci kimdir? Haber kimin için yapılır? Dünyadaki tanımlaması nedir? Ülkemizdeki uygulaması nasıldır? Cevaplar ideal olanla, uygulananı bir arada içerecektir. Toplumsal sorumluluk aklıma ilk gelen kelime grubu. Gazeteci topluma karşı sorumluluğu olan kişidir. Haberin toplumsal fayda içeren özelliği her şeyden önde olmalıdır. Kullanılan terminoloji haberi kimin ağzından yazdığınızı ayrıca kimin için yazdığınızı belirler. Peki bizim basınımızda haber kimin ağzından ve kimin için yazılıp yayınlanmaktadır? İdeal olana ulaşılabilmiş midir? Yoksa o çizgiyi çoktan yitirdik mi?

Mesleğe yeni adımını atan gazeteciler uyum sağlama ve bulundukları kabın şeklini alma yönünde bir karar mı vermek durumundadır? Yoksa işin niteliğini iyileştirecek adımlar için önleri açık mıdır? Basın sektörü ‘duayenleri’ ve isimsiz kahramanları ile el ele verip içinde bulunduğu durumu ne kadar sorguluyor? Gerçekten habercilik yapmak gibi dertleri olan insanları hala barındırıyor mu bu sektör?

Sosyal haklara gelince; günü kurtarıp maaşı alabilmek derdinin dışında haklarını merak eden, bilen kaç gazeteci var? Yeni başlayanlar bu konuda ne kadar bilgilendiriliyor? Köle olmanın dışında da bir seçenek oluşturmak mümkün mü diye kafa yoranlar ne kadar yol alabildi? Ya da neden yol alamıyor? Bu analizleri yapmanın gerekliliğine kaç kişi inanıyor?

Bâbıâli için haber yapmak. Bâbıâli içinde alkışlanmak. Bâbıâli içinde saygınlık kazanmak… Bunun için neler yapılmalı? Bir anayasası var mıdır? Varsa nedir? Egoların bu kadar öne çıktığı ve sıvazlanma isteğinin bu kadar kabardığı bir sektör nasıl profillere ihtiyaç duyuyor?

Bir kimlik değildir ki gazetecilik. Egoların tatmin edildiği, kurduğun ilişkilerle insan yerine koyulduğun bir sektör değildir ki basın sektörü. İdeal ölçülerde olmamalıdır. Böyle gelmiş böyle gidecek, senin görevin uyum sağlamak diyemediğim için anlamaya çalışıyorum, şimdilik belli bir mesafeden izlediğim haber dünyasını.

Ben kendimce oluşturduğum görece güvenli bir bölgeden tüm bu soruların yanıtlarını arayıp bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorum sadece.

29 Aralık 2004-Bianet

basın_özgürlüğü

Film Önerisi:

The Post: Yönetmenliği ve yapımcılığı Steven Spielberg tarafından, senaristliği ise Liz Hannah ve Josh Singer tarafından yapılan 2017 yapımı film.

Umut: Senaristliğini, yönetmenliğini, yapımcılığını ve başrol oyunculuğunu Yılmaz Güney’in yaptığı 1970 yapımı film.

Z: Costa-Gavras tarafından 1969 yılında Vassilis Vassilikos’un yazdığı aynı adlı bir romandan beyazperdeye uyarlanan film.

Toz Bezi: Ahu Öztürk’ün yönetmenliğini üstlendiği ve senaryosunu yazdığı 2015 yapımı film.

Kitap önerisi:

Biz: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin, Versus.

Şair: Sennur Sezer, Direnç- Bütün Şiirleri, Manos Yayınları.

Sesli öykü:

Sait Faik Abasıyanık, Şahmerdan

https://www.youtube.com/watch?v=vLFMK0e8Zdw

Online Tiyatro:

Nereye Gidiyoruz? – Genco Erkal / Aziz Nesin

https://www.youtube.com/watch?v=dIosXnSPPOI

Müzik:

Arif Sağ- İnsan olmaya geldim

https://www.youtube.com/watch?v=ZRNWyaeWU6Y

Düşün Semineri:

Karl Marx, Modern Felsefe, Bilimsellik, Eleştiri ve Değişim-Doğan Göçmen

https://www.youtube.com/watch?v=Fw-8Z38yWSg

Gülmece:

Cemile abla canavar avında… ”Dikkat ! Canavar çıkabilir bitanem.”-Alican Turan.

https://www.youtube.com/watch?v=3Mbl2NH4sz0