Koşulsuzluk sevdasındaki aklın düşün yolculuğunun metodolojisi üzerine düşüngü denemeleri: Bütünü kavrama uğraşı antinomi ile malüldür

Immanuel Kant.

Anlama yetisi ile akıl arasındaki ilişki. Anlama yetisi ve aklın meşru kullanımları ve Transandantal Schein.

Anlama yetisi görü ve kavram üzerinden nesne tesis ederken akıl ise doğrudan doğruya görüler ile çalışmıyor. Öncelikle anlama yetisinin Kant’ın zihninde nasıl bir yerde olduğunu Heimsoeth’in1 ifadeleri ile değerlendirelim;

“İnsan düşünmesi ile doğa arasında, ilkeleri bakımından bir uygunluk vardır. Doğa bize yabancı olan, ‘kendi başına’ bir varlık değildir; görünüşlerin bütünüdür. Doğada olup biten her şey zaman ve mekân yasalarına göre olup bitmek zorundadır. Zaman ve mekân öyle formlardır ki, biz algıladığımız objeleri, ancak bu formlar içinde algılayabiliriz. Nedensellik yasası gibi bir ilke, doğanın en yüksek yasasıdır, demek, doğayla biz, ancak sübjektifliğin, özalgının transandantal birliğindeki düşünme ve algı bağları içinde karşılayabiliriz, demektir.”

Bir bilme çabası olarak anlama yetisi bir düşünme faaliyeti göstermeden aracısız olarak kavramayı ifade eder. Doğrudan doğruya görüler ile faaliyet göstermeyen akıl ise düşünme eyleminin içindedir. Ahmet Cevizci’nin Felsefe Sözlüğü’nde2 Anlama Yetisi maddesinden konuya dair genel bir değerlendirmeyi çalışmaya dahil edelim;

“Anlama yetisi, klasik ve skolastik felsefede, eşyayı, varolanı açık ve seçik olarak algılama, idrak etme yetisine karşılık gelir. Buna karşın, anlama yetisi Immanuel Kant ve Arthur Schopenhauer’da, zeka anlamında kullanılır, yani amacı bilgi edinmek olan işlevler bütününü ifade eder. Oysa bilincin çıkmaz bir sokak olduğunu öne süren Nietzsche’de anlama yetisi, içgüdüden üstün bir yeti değildir. Ona göre, anlama yetisi bir yapım ya da konstrüksiyon olup, başkaca idrak tarzlarını göz ardı etmeye yarar.”

Anlama yetisi ile aklın kullanımını konuşurken aklın daima koşulsuz olana ulaşma eğiliminde olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Koşullar dizisinin bütününü kavramaya çalışan akıl koşulların totalitesi ile meşguldür. Heimsoeth’e geri dönersek Kant’ın Felsefesi adlı yapıtında Transandantal Diyalektik başlığı altında şunları söyler;

“Salt anlama yetisinin bütün bilgisi, bir koşullar yığını içinde olup biter. Örneğin bir olay, nedensellik ilkesine göre, kendisinden öncekine bağlanır ve buna göre ortaya çıkar. Zaman-mekân içinde bulunan bir şeyi, daima bir başka şey belirler. Buna karşılık akıl, anlama yetisinin sınırını aşarak, daima koşulsuz olana ulaşmaya çabalar. Anlama yetisi her zaman bir koşullar yığını içinde (neden-etkinin görülemeyene kadar uzayan dizisi içinde) dönüp dolaştığı halde; akıl, birbiri ardınca sıralanan koşulların dizisinin bütününü kavramak ister. Kant’ın sözleriyle: “Aklın ideleri koşulların totalitesi(bütünlüğü) ile uğraşır”.”

Aklın bütünlüğü kavrama sürecinde düştüğü antinomi ise yine aynı yapıtta belirtilen sentetik a priori yargılara varmak istemesinden kaynaklanır. Burada Kant’ın kullandığı olumsuz anlamla akıl diyalektik bir duruma düşer. Heimsoeth bu durumu insanın kendini yanılması olarak tanımlıyor. Peki buradan çıkış var mı? Alıntılayalım;

Diyalektik kavramı, yanıltan “görüntü mantığı”, insanın kendi kendisini yanıltması anlamını taşır. Bunun sonucu olarak akıl sahibi insanın en özgün, en doğal yeteneği olan metafizik soru sorabilme yeteneği, onu hayali bir başarıya, yalancıktan (pseudo) bir bilime götürür. Bu bilim sadece salt akla dayanan, en yüksek ve en güvenli bilgi olduğuna güvenen metafiziktir. Bu yüzden doğa bilimleri bir kez kanıtlanmış, gösterilmiş olan bilgilere dayanarak, durmadan ilerlerken metafizik sistemlerin tarih boyunca birbirleriyle savaşmalarında şaşılacak bir şey yoktur. “

Artık Transandantal Schein’ı konuşmaya başlayabiliriz. Aklın bu illüzyonu bizi antinomiler konusuna getirir. Evren idesinin bütününü kavramaya azimli akıl, zaman ve mekân ile bağlı insan için gerçeklikle doldurulamayacak boş bir kavram olabilir mi? Kant’ın buna yanıtı ‘Evet’.  Heimsoeth’in pek güzel ifade etti gibi yanılsamanın eşiğine gelinir. Ayrıntılayarak alıntılarsak;

“Zira biz insanlar için gerçek bilgi, algı alanının boyutları içinde olanaklıdır. Gerçi algı alanının koşulları olan zaman ve mekan bizi sonsuza götürür; ama sınırsız olan (mutlak olan) bir yargıya varma hakkını bize vermez; çünkü biz, düşüncemizle bütünü kavrayarak, koşulların dışında olan, hiçbir koşula bağlı olmayan bir birliğe ulaşmayı istediğimiz anda, yanılsama (illusion) başlar. Burada artık terimlerin boş formlarının mantığı, “görüntü mantığı”  çalışmaya, işlemeye başlar; hakikat oldukları aynı şekilde gösterilebilen karşıt teoriler birbirleriyle çarpışırlar.”

Saf Aklın Eleştirisi’nde Mantık ve Mantıksal Uzay adlı makalede H. Bülent Gözkân3 Transandantal Schein’ın kaynakları konusunda 12 nolu dipnotta Kant’tan bir alıntı ile şunları söylüyor;

“ “Kant, paralojizmlerin, antinomilerin ve Tanrının varlığını ispat çabalarının geçersizliği olarak ortaya çıkan Transandantal Schein’ın kaynaklarını şu şekilde ifade etmektedir: “Her Schein, düşünmenin öznel koşulunu, nesnenin bilgisi olarak ele almaktan meydana gelir” (A-396). “Doğanın dizgesel birliğini sağlayan düzenleyici ilkeyi, bir kurucu (Konstitutiv) ilke olarak almak ve aklın tutarlı kullanımının zemininde yalnızca bir idea olarak işlev göreni, özleştirerek (hypostatisch) bir neden olarak baştan kabul etmek, aklı karıştırmaktan başka bir şey değildir.” (B-722). Bunu, şu şekilde de ifade edebiliriz: Schein, deneyimi aşan ve kavranışı transandantal idea ile sağlanan bir nesnenin düzenleyici olmak yerine, kurucu (Konstitutiv) kullanımıdır.”

Son tahlilde, özgür düşünmenin antinomiler tuzağından uzakta mümkün olabilmesinin yolu, düşünen “ben” in kendini inşasının eyleminde kendini gösterir. Düşünmeye cesaret eden “ben” özgürlüğün olanağı ve gerçekleşmesini aklın pratik alandaki kullanımında bulacaktır. Belki buradan Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezleri’ne bağlanıp 11’inci tezine selam vermek iyi olur; Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”

B399, 400’de Transandantal yargı olarak ‘I think (Ich denke)’ kategorilerin taşıyıcısı (mekânı) olarak belirtilir. Transandantal İdeaların taşıyıcısı, mekânı ile ilgili söyleyeceklerimiz var.

Burada kurucu “ben”i konuşmaya başlıyoruz. Kurucu olan “ben” empirik olan benden farklı olarak akan zamanda değişmeyen onu kuşatan bir konumda yer alıyor. Mekân sözcüğünü bu denkleme nasıl dahil edildiğine gelince orada H. Bülent Gözkân’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde Ben’in kuruluşu makalesi yardıma gelecek. Şöyle ki, makalenin 4 no’lu dipnotunda der ki;

“Burada, “ben” bağlamında “mekân” sözcüğünü, empirik olmayan ama empirik olanların zemini olan bir dayanak ortamı, sentetik birliğe sahip bir “topos” olarak kullanıyoruz. En genel anlamında da, bir nesnenin ortaya çıkacağı veya tesis edileceği bir zemini kastediyoruz. Örneğin “yeti” bir mekân değildir; “yargı” ise kavram ve nesnenin mekânıdır. “Saf ben” de, bu bakımdan, yetilerin fiillerini icra edecekleri bir mekândır.”

Transandantal kavramına geldikte, yine aynı makalenin 5 no’lu dipnotunda bu kavramı Bülent Hoca çeviri hatasını da vurgulayarak şöyle tanımlıyor;

“ “Transandantal” kavramı, en yalın tanımıyla, deneyimin a priori zeminidir veya “deneyimlerin olanağının a priori koşullarıdır” ([2], A94/B126); yani deneyimi mümkün kılan, ama deneyim kökenli olmayan, deneyimden türemeyen zemindir. (Türkçe çevirilerde ve bazı yazılarda “transandantal [transzendental]” ile “aşkın[transzendent ]” terimlerinin sürekli olarak birbirine karıştırıldığını ve bunun fahiş bir hata olduğunu belirtelim.“Transzendental” terimini “aşkınsal” ile karşılamak ise sadece Türkçe gramer açısından değil, ayrıca “aşkın”a ilişkinmiş gibi hatalı bir çağrışım nedeniyle de doğru değildir.”

Kant’ın metoduna yakın bir metod ile ilerleyecek olursak, zemini hazırladığımıza göre meramımızı anlatmaya başlayabiliriz. Edilgin bir alıcılıktan öte bir etkinlik olan düşünme eylemi bağlantılar kurmak anlamına gelir. Duyulara dayanan algı alıcılık ile yetinirken düşünme öz etkinliği ile hareket eder. Öyleyse düşünmenin formları anlama yeteneğinin formları olarak ele alınır. Kant, Transandandal Analitik bölümünde mantığın yasalarını değil, düşünmenin temel işlevlerini araştırır. Burada üzerinde durduğu noktada düşünme eyleminin bağlantı kurma edimini içeriyor olmasıdır. “Kavramsız algı kördür” ile Kant, düşünme olmaksızın duyu verileri ile objenin kavranmasının mümkün olmadığını söyler. Prolegomena’da4 konuyu şöyle dile getirir;

“Deneysel yargılar, nesne l geçerliğe sahip oldukları zaman, DENEY YARGILARI dır; sadece öznel geçerli olanlarını ise sırf ALGI YARGILARI diye adlandırıyorum. Bu ikincileri, saf anlama yetisi kavramlarını değil; sadece düşünen bir öznede algıların mantıksal bağlantılılığını gerektirirler. Oysa birincileri, her zaman duyusal görünün tasarımlarından öte, özce anlama yetisinde yaratılmış özel kavramlar şart koşarlar; işte bu kavramlar deney yargısının nesnel geçerli olmasını sağlarlar.”

Algının deneye dönüşmesinden önce ise kurulan yargının farklı bir yargı olduğunu söyler Kant. Deneysel yargıların geçerlilik kazanmasının ancak bir kavram altına sokulması ile mümkün olabileceğini ve bu kavramın da a priori saf anlama yetisinin kavramı olduğunu söyler. İşlevini de görünün yargıda bulunabilmesi için işe yarayacağı biçimi belirlemekten öteye girmediğini vurgular. Prolegomena’nın 20’inci paragrafının sonlarına doğru sözlerini şöyle sürdürür;

“Böyle bir kavram, neden kavramı olsun; o zaman onun altına sokulan görüyü örneğin hava görüsünü, genel olarak yargıda bulunma bakımından belirler; yani yayılma bakımından hava kavramı, koşullu bir yargıda önce gelenin sonra gelenle ilişkisinin kurulmasını sağlar. O halde neden kavramı, tüm olanaklı algıdan tamamıyla ayrı olan saf bir anlama yetisi kavramıdır ve sadece, kendisinin altına giren tasarımı genel olarak yargıda bulunma bakımından belirlemeye, dolayısıyla genel geçer bir yargıyı olanaklı kılmaya yarar.”

Transandantal İdeaların taşıyıcısı (mekânı) akıldır. Zihnin Tanrı ve Ruh gibi aşkın bir doğal yönelimi olduğunu kabul eden Kant, kavramların meşru kullanımlarının deneyim alanıyla sınırlanması gerektiğini söyler. Deneyimi düzenleyip organize eden kavramlar veya idealar bilim temellendirilmesinde bize bir zemin verir. Bu idealar varlığın bütünlüğünü kavramak hatta ona nüfuz etmekten çok deneyimin nesnelerinin kuruluşunu ve birbirleri ile olan bağlantılarını görmemiz konusunda düşünmeye cesaret eden zihne destek verirler. Bilimsel bilginin edinim metodu da böylelikle kurulmuş olur. Her şey zihnin içinde olup bitenden ibarettir. Bu işleyişin metodolojisi üzerine kafa yoran Kant, onun sınırları içinde dünyayı kavramamız konusunda yol gösterici olacaktır.

Kaynakça
1
Heinz Heimsoeth, Kant’ın Felsefesi. Çev. Takiyettin Mengüşoğlu. Doğu Batı Yayınları, Ankara 2007.

2 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü. Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2005.

3 Bülent Gözkan, Academia.edu. https://www.academia.edu/29973629/SAF_AKLIN_ELE%C5%9ET%C4%B0R%C4%B0S%C4%B0NDE_MANTIK_VE_MANTIKSAL_UZAY_LOGIC_AND_LOGICAL_SPACE_IN_THE_CRITIQUE_OF_PURE_REASON

4 Emmanual Kant, Prologomena. Çev. İonna Kuçuradi, Yusuf Örnek. Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002.

Koşulsuzluk sevdasındaki aklın düşün yolculuğunun metodolojisi üzerine düşüngü denemeleri: Bütünü kavrama uğraşı antinomi ile malüldür” için bir yorum

Yorum bırakın